26 Ağustos 2013 Pazartesi

Nice- St Paul de Vence ve yazın bitisi




Yazı neden severiz? Neden tüm yılı yazın yapacaklarımıza hazırlanmakla geçiririz?
Yaz hafiflik, özgürlük, umut demek; kendinle baş başa zaman geçirebilmek, doğayla yan yana olabilmek demek. Sanki yaz, hayatımıza çökmüş gölgeleri yumuşatıyor, onun sayesinde omzumuzdaki yükler daha hafif geliyor, kendimizi taşımak daha kolay oluyor. Yaz bitince sanki geride kalıyor neşeli günler. Her şeyi daha katlanılabilir kılan güneş uzaklaştıkça özgürlük ve huzur bir özleme dönüşüyor.
Daha yazın bitme telaşı üzerimde degilken gittigim Nice, yaz biterken yine aklıma düştü. Yaz rehaveti nasıl çökmüşse üzerime yeni bir yazı bile yazamamışım. İkinci kere gittigim için beni nasıl karşılayacağını merakla ve heyecanla bekliyordum. Tanıdık sokakları, güneşin yakıcılığını hissettirmeyen tatlı rüzgarı, şu insanoğluna inancımı yenileyen gülümseyen insanlarıyla Nice bıraktığım yerde beni bekliyordu.
Bir şehri gezdim, gördüm, bitti demek mümkün mü? Hele de üç dört gün içerisinde. Bir AVM'ye gider gibi bir şehri tüketerek o şehir nasıl tanınır ki? Gerekirse her gün aynı caddesine gider yeni bir köşesini keşfederim, asla "burası da bitti" demem. Kısacası Nice henüz bitmedi!

Bu sefer Cote d'Azur'e tepeden bakan St Paul de Vence'a günübirlik gittik. Küçücük bir ortaçağ kasabası. Chagall ömrünün son yıllarını burada geçirmiş, Fransız entellektüllerinin de favori mekanı olmuş. Ne desem boş olacak, o kadar güzel ki... Yemyeşil bir vadiye yukarıdan bakarken o kadar magrur ki... Her bir köşesinden sanat ve estetik fışkırıyor.
Bir evin balkonu...

Bence de Carpe Diem, bir de Dolce Vita...
Yaz bitiyor, bogazımın agrımaya başlamasından belli... Oysa ki ben daha gezmek, denizin üzerinde hareketsiz durmak, telaşlanmadan günü gece etmek istiyordum. Seneye yine gel yaz...



8 Şubat 2013 Cuma

Pasta yapmak



Beyaz çikolatalı frambuazlı pasta

Pasta yapmak ya da yapamamak, bazen tek mesele bu oluveriyor. Kendim için bir şeyler pişirdiğimde hayat bir hobi tadında tralaylom geçiyor, kendim yaparım, kendim yerim, beğenmezsem beş günde, beğenirsem beş dakikada bitiririm. Orası kırılmış, burası yamulmuş, yağı fazla kaçmış çok da takılmam, hırslı biri de değilim, olursa olur olmazsa can sağ olsun derim. AMA iş başkasına pasta yapmak olunca hayatımın gidişatı değişiyor. İki gün öncesinden karnım ağrımaya başlıyor, nasıl yapsam nasıl etsem, malzemem var mı, yetiştirebilir miyim... Pastaya başlamadan önce bir de annemle mücadele kısmı var; mutfak ikimizin de iktidarı ele geçirmek için mücadele ettiği yer, o varsa ben giremem, ben varsam o giremez, düzenlerimiz farklı, mutfağa bakış açımız (o da ne demekse:) farklı. Pastacılık malzemelerimin yerini her seferinde değiştirir, işe başlamadan önce onları bulup toparlamak abartısız 1 saat. Bir de söylenme kısmı var: misafir geldi, misafir gitti, illa bugün mü yapmak zorundasın, ne kadar dağıtmışsın, ne kadar çok yağ koydun, işim var mutfakta benim, niye pasta yapıp kendini yoruyorsun ki, uğraşma artık şunlarla, yine mi malzeme aldın, nereye koyacağım ben şimdi bunları.... Yazarken bile annemden yorulduğumu hissettim.

Bazen her şey yolundadır. Keyfim yerinde, enerjim tam, evde kimse yok, mutfak benim, acelem yok. Bildiğim tarif bana yamuk yapmaz, her gün eve gitmek için kullandığım yol gibi beni şaşırtmadan, güvenle eşlik eder bana.