8 Şubat 2013 Cuma

Pasta yapmak



Beyaz çikolatalı frambuazlı pasta

Pasta yapmak ya da yapamamak, bazen tek mesele bu oluveriyor. Kendim için bir şeyler pişirdiğimde hayat bir hobi tadında tralaylom geçiyor, kendim yaparım, kendim yerim, beğenmezsem beş günde, beğenirsem beş dakikada bitiririm. Orası kırılmış, burası yamulmuş, yağı fazla kaçmış çok da takılmam, hırslı biri de değilim, olursa olur olmazsa can sağ olsun derim. AMA iş başkasına pasta yapmak olunca hayatımın gidişatı değişiyor. İki gün öncesinden karnım ağrımaya başlıyor, nasıl yapsam nasıl etsem, malzemem var mı, yetiştirebilir miyim... Pastaya başlamadan önce bir de annemle mücadele kısmı var; mutfak ikimizin de iktidarı ele geçirmek için mücadele ettiği yer, o varsa ben giremem, ben varsam o giremez, düzenlerimiz farklı, mutfağa bakış açımız (o da ne demekse:) farklı. Pastacılık malzemelerimin yerini her seferinde değiştirir, işe başlamadan önce onları bulup toparlamak abartısız 1 saat. Bir de söylenme kısmı var: misafir geldi, misafir gitti, illa bugün mü yapmak zorundasın, ne kadar dağıtmışsın, ne kadar çok yağ koydun, işim var mutfakta benim, niye pasta yapıp kendini yoruyorsun ki, uğraşma artık şunlarla, yine mi malzeme aldın, nereye koyacağım ben şimdi bunları.... Yazarken bile annemden yorulduğumu hissettim.

Bazen her şey yolundadır. Keyfim yerinde, enerjim tam, evde kimse yok, mutfak benim, acelem yok. Bildiğim tarif bana yamuk yapmaz, her gün eve gitmek için kullandığım yol gibi beni şaşırtmadan, güvenle eşlik eder bana.

Öncesi...
Bazen de önce her şey yolunda gibidir. Keyfim yerinde, enerjim tam, evde kimse yok, mutfak benim ama...Kek kabarmaz, üç katlık değil iki katlık pat çıkar; malzemelerden biri eksiktir, market bakkal kapanmıştır, tek yol ertesi sabahı beklemektir ve bu da zamansızlık demektir; krema bozuk çıkmıştır, fazla ısınmıştır ganaj kesilir, güzelim Valrhona çikolatası boşa gitmiştir; biri benden  beyaz çikolatalı pasta istemiştir (anlayan anladı herhalde), ben kendi kendime "beyaz çikolata, çikolata değildir" gibi varoluşsal dırdırlar ederim; ya da buraya kadar her şey yolunda gitmiştir, kek-krema-meyve-krokan-kek özenle üst üste konmuş artık süsleme vakti gelmiştir, ki dananın kuyruğu genelde burada kopar çünkü ben pasta süsleyemeyengillerdenim, yani bu benim yaradılışım kardeşim... Lüzumsuz görüyorum pasta süslemeyi, evet itiraf ediyorum. Benim için tadı o kadar önemli ki başkasının gözüne nasıl göründüğü beni, istesem de, çok ilgilendiremiyor ama önemli olduğunu da biliyorum öte yandan. İşte bu yüzden hep bir özensiz görünür pastalarım, ilk lokmayı alıncaya kadar kendini belli etmez...
Bir de pastayı taşıma kısmı var ki hiç bahsetmesem daha iyi, sıcağı ayrı dert, yağmuru soğuğu ayrı; otobüsü, metrosu, trafiği, arabanın ani freni. Tanrım ne kadar stresli bir iş yapıyorum ben böyle!
Sonrası...

Sonra bu zevk ve işkence karışımı sado-mazo ilişki bitip de pastanın dile damağa yolcuğu başladığı anda bunların hepsi eski ve önemsiz bir hikaye olarak beynimin ücra köşesine yazılır. Ben pasta yapmanın en çok başkalarının onu yeme kısmını sevdim! Yüzlerdeki binbir türlü hissi seyretmenin hazzı bambaşka. Şaşkınlık, hayret, hayranlık, haz, mutluluk, istek, hem bitirmek hem bitirmemek isteme çelişkisi, beraber uyuma, yanağını pastaya yaslama isteği... Pastamı tadan, ısrarla isteyen, beni yüreklendiren, o anın gelişini iple çeken sevgili arkadaşlarım, hepiniz çok güzel görünüyorsunuz!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder