9 Temmuz 2012 Pazartesi

Nice


Nice'e gitmek hiç aklımda yoktu. Aslında gitmeden önce aklımdaki imajının pek de parlak olmadığını söyleyebilirim; dünya zenginlerinin parasını akıttığı, görgüsüz bir şatafat yeri zannediyordum. Kabul ediyorum, bazen önyargılarımın esiri olabiliyorum. Son anda bir fırsat çıktı, vizem zaten vardı, biletler, otel ayarlandı, geriye sadece pasaportumun nerede olduğunu bulmak kalmıştı, iki gün aramadan sonra uçuşa 2 saat kala, dağınıklığıma, düzensizliğime lanet okuyarak hiç olmadık bir yerde onu da bulduktan sonra pek de bir şey ummadığım Nice'e yolculuğum başladı.

Nice

Nice
Ayağımı Nice'e bastığım andan itibaren kendimi hiç Fransa'daymışım gibi hissetmedim;  sonsuz sinir krizleri içinde etrafa gerginlik saçan o hoyrat Fransızlardan uzak olmanın keyfini her an hissettim. Etrafı saran sonsuz bir mavilik, derin bir yeşillik, palmiye ağaçları, güneşin gün doğumundan gün batımına kadar her rengini barındıran o güzelim evleriyle Nice beni utandırdı. Tüm neşesine rağmen asla cıvıklaşmayan, düzen ve nizamına rağmen sıkıcılaşmayan dengesine, o sade, mutluluk saçan özgürlük havasına ihtiyacım varmış. Nefes aldım, ruhumu dinlendirdim, sokaklarda kayboldum, varlığımın özlemini duyduğu özgürlükten tattım. Bir sürü tatlı insanla tanışıp, sohbet ettim, çok eğlendim, eğlendik M. ile. Beş gün boyunca neredeyse her yere belediyenin şehrin her yanına istasyonlar halinde koyduğu bisikletler ile gittik. http://www.velobleu.org/ O kadar az araba var ki hiç korkusuzca şehrin içinde bisiklet sürmenin keyfine vardım. Tatlı memleketimin o küçük canavar sürücüleri olmadan hayat başka bir güzel... Her şekilde şehir içi ulaşım çok rahat ve çok ucuz, tabii bu, biz İstanbulluların pek de alışkın olmadığı bir şey, bünyeme zarar verir mi diye korkmadım değil.
Vieux Nice (eski şehir)
Nice'te sadece tipik Fransızlardan, tipik Fransız mimarisinden değil Fransız mutfağından da uzaktık. İtalya sınırına yakın olduğundan, uzun yıllar Sardinya-Piemonte Krallığı hakimiyetinden kaldığından ve tabii Akdeniz kültürünün tam göbeğinde olduğundan kendine özgü bir mutfağı oluşmuş, bol sebze ve deniz ürünleri bu mutfağın merkezinde yer almış. Bir de kendine özgü bir sokak yemeği kültürü var ki anlatmadan geçilmez. Niceliler nohut unundan yapılmış bir tür krep olan socca'ya bayılıyor. Fırından çıktığı gibi sıcak sıcak yeniyor, oldukça doyurucu, ama mümkünse iyi pişmişini tercih edin çünkü sıcak yendiği için hamur gibi mideye oturuveriyor. Ben ayılıp bayılmadım ama sevmediğimi de söyleyemem.
Socca sırası bekleyenler

Socca


Dolmacıklar


Pan Bagnat











Küçük dolmacık olarak çevirebileceğim petit farçis'ler domates, kabak, patlıcan gibi yaz sebzelerinin üzerine soğanlı, sarımsaklı, jambonlu ya da kıymalı, parmesan peynirli bir harç konup fırınlanmasıyla yapılıyor. Fena da olmuyor. Bir de öğlen Vieux Nice'te, yani şehrin eski yerleşim yeri ve turistik olan bölgesinde, herkesin elinde bir pan bagnat denilen bir sandviç oluyor, bildiğimiz sandviç ekmeği bolca zeytinyağına bandırıldıktan sonra içine salade niçoise konuyor.  Salade niçoise  ise her köşe başında, bu kadar alelade bir salatanın dünya çapında ünlü olmasına hala akıl sır erdiremiyorum ya neyse. Anlaşılacağı gibi pek de ağzım sulanarak anlatmıyorum. Beni çıldırtan bir yemek ne yazık ki olmadı ama hiç biri beni üzmedi de aynı zamanda. İçlerinde yine de moules mariniere'leri yani soslu midyeleri ve son akşam yediğimiz, dünyanın en lezzetli balıklarından biri olan sardalyayı ayrı tutuyorum.

Aslında Fransa'ya gidince hiç yemek yemesem de olur, beni sabahları mis gibi tereyağı ve hamur kokularının yükseldiği bir fırına, gün boyu da çikolatalar, vanilyalar, karameller, badem ezmeleri, makaronlar ve pastalarla dolu bir pastaneye koysalar bu dünyada benden mutlusunu bulamazlar. Nice'te beni kendimden geçiren müthiş bir pastane buldum, vitrinini görmek bile beni çıldırttı diyebilirim, hem mutluluktan hem de kıskançlıktan. Bundan sonra pasta yapıyorum demeye utanacağım, benim yaptıklarım pastaysa onlar neydi? Patisserie Lac, seni seviyorummmm!!! O kadar sevdim ki etrafta laklaklaklak diye sesler çıkara çıkara gezdiğim rivayet olunuyor. Nice'e giderseniz gidin, yiyin, bana da getirin.
 http://www.patisseries-lac.com/

Patisserie Lac




Nice hem şehir hem kır, hem yaz hem kış, hem Fransız hem İtalyan, hem zengin hem züğürt öğrenci, biraz güneş, biraz rüzgar, hep mavi, hep yeşil, hep turuncu, sarı, her renk. Olsa da yine gitsek.

Sana bir tepeden baktım sevgili Nice


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder